Koray Aydın, “Vur emri”ni de mi unuttu?
27 Aralık 1939'da, Erzincan’da meydana gelen depremde yaklaşık 33 bin vatandaşımız yaşamını yitirmişti.
Depremden 4 gün sonra Erzincan'a giden ve 15 gün sonra Ankara’ya dönerek Meclis'e bilgi veren dönemin İçişleri Bakanı Faik Öztrak, ‘‘Felaketten kurtarmak için her şeyi yapmak lazım iken vatandaşlarımızın bazı tecavüzlere uğradıkları rivayetini duydum. Mesela bunlardan bir tanesi, bir kadın enkaz altında kalmış, kolu dışarda imiş, bileziklerini almak için kolunu kesmişler, bu kadın şimdi hastanede imiş. Başka bir rivayet, yağma olmuş, hırsızlık olmuş.” sözleriyle, felaket bölgesinde yaşanan yağma ve hırsızlığı anlatmıştı.
27 Haziran 1998’de, Adana’da meydana gelen 6.3'lük deprem sonrası, hırsızlık ve yağmacılık olayları farklı bir boyuta evrildi. 142 insanımızın can verdiği depremin ardından bölgede, ''Biraz sonra çok şiddetli deprem olacak. Evleri terk edin'' şeklinde dedikodular yayıldı…
59 yıl önce, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen kadınların bileziklerini almak için acımasızca kollarını kesen hırsızlar, bu kez “Panik çıkarma amaçlı” yaydıkları dedikodular sonrası korkudan girilmeyen evleri, ellerini kollarını sallayarak yağmalıyordu.
Ertesi yıl, 17 Ağustos 1999’da ise bu kez Marmara bölgesi depremle yıkıldı. Depremin vurduğu yerleşim merkezlerinde herkes yakınlarını enkaz altından çıkarmaya ve depremzedelerin yaralarını sarmaya çalışırken, tıpkı bir önceki yıl Adana depreminde olduğu gibi yağmacılar yeniden ortaya çıktı. Depremin ilk paniği atlatıldıktan sonra Bursa, Yalova, İzmit, Adapazarı ve İstanbul’da marketlerin, eczanelerin ve özellikle elektronik eşya satan mağazaların yağmaladığı ihbarları gelmeye başladı.
Altı kişilik gruplar halinde dolaşan hırsızlar, kapıları kırarak evlere ve işyerlerine giriyorlar, altın, para, elektronik eşya, hatta “rakı” bile, ne bulurlarsa yağmalayıp gidiyorlardı.
Yağmaya karşı örgütlenen halk, ellerinde otomatik av tüfeklerle, sokaklarda nöbetleşe evlerini korumaya çalışıyordu. Depremzedeler ise valilik tarafından kurulan “çadırkente” yerleşmek yerine, evlerinin önlerinde beklemeyi tercih ediyor, aralıksız yağan sağanak yağmura rağmen yıkıntıların önünden ayrılmak istemiyordu.
Hülya Çadırcı adlı depremzede içinde oldukları bu zor durumu, "İki gün önce komşumuzun eşyaları çalındı. Bütün eşyamız enkaz altında. Onları çıkartmak için vinç de bulamıyoruz. Bu nedenle evimizin önünde yatıyoruz" sözleriyle anlatıyordu.
Yağmura ve çamura rağmen evin önünden ayrılmayan Ayla Sava ise "Yetkililer çadırkente gidin diyor ama buradaki malımızı mülkümüzü kim koruyacak" diyerek, güvenliğin yetersizliğinden yakınıyordu.
Gölcük izlenimlerini, 22 Ağustos 1999 tarihli Milliyet gazetesinde “Eli, kolu kesilenler” başlığıyla aktaran Gazeteci Ahmet Tulgar;
“Enkaz altından bazı cesetlerin eli, kolu kesik çıktığı haberleri halkı korkutuyor. Herkes bunun depremde ya da kurtarma çalışmaları sırasında kaza sonucu olduğuna inanmak istiyor. Nihan Hanım farklı düşünüyor. ‘Kızım kolunda bileziklerle uyumuştu’ diyor. Cesetlerin kollarından bilezikler, parmaklarından yüzükler keserek çıkarılabiliyor. Çünkü cesetler şişmiş oluyor.” diyerek, 60 yıl önce Erzincan Depremi’nde yaşanan rezil hırsızlığın tekrarlandığını dile getiriyordu.
Gazeteci Nedim Şener ise ertesi gün “Vay şerefsizler” başlıklı haberinde, onca acının ortasında, hayat kurtarmak yerine enkaz yağmacılığı yapıldığına dikkat çekerek, Kocaeli’nde tanık olduğu bir olayı, “Kocaeli Kuruçeşme semtinde bir grup, enkaz arasında hırsızlık iddiasıyla gözaltına alınarak karakola götürülüyor. Suçlu olduğu söylenen kişiler karakol tabelasının önünde yan yana getirilip ünlü ‘teşhir’ pozu verdiriliyor. Sanıkların üzerinden çıkan 50 milyon lira, 50 ve 100 milyon liralık iki çek, bir miktar ABD Doları ve Alman Markı ile çalıntı olduğu söylenen otomobil ruhsatları, teypler gösteriliyor” sözleriyle haberleştiriyordu.
Tabii aynı gün gazeteler de, İstanbul- Avcılar'da deprem enkazları arasından çıkarılan eşyaları yağmalayan 5 kişinin yakalandığını…
Yalova'da ise yıkılan 5 katlı bir binanın enkazında kıymetli eşya arayan iki hırsızın Nevşehir nüfusuna kayıtlı olduğunu ve yağma için geldiklerini yazıyordu.
Güvenliği sağlamaya çalışan polis ise çevre illerden deprem bölgesine gelen ve şüphe üzerine durdurduğu araçlarda, depremzedelere ait yüksek miktarda para ile çok sayıda ziynet eşyasını ele geçiriyordu.
Dönemin “Ecevit Hükümeti”nin istifasını isteyenlere “bu ortamda hükümet istifa eder mi?” şeklinde tepki gösteren Emin Çölaşan bile dayanamayarak, “Hırsızlık, yağmacılık, vurgunculuk ve karaborsa mutlaka önlenmeli” sözleriyle, yaşananlara sitem ediyordu.
Bir yıl önce Adana’da, “Biraz sonra çok şiddetli deprem olacak” dedikodusuyla vatandaşları sokağa döken hırsızlar ise Marmara Depremi’nde bir adım ileri giderek teknolojiyi devreye sokuyordu.
İzmit'te yayın yapan yerel bir radyoyu arayan bir hırsız, “Kriz Masası'nda görev yaptığını, körfezde deniz suyu sıcaklığının 45 dereceye ulaştığını, saat 18.00'e kadar büyük bir deprem olacağını” söyleyince…
Halk panikle sokaklara dökülüyor, enkaz kaldırma ve yardım dağıtımı çalışmaları aksıyor, birçok kişi de bulduğu ilk araçla kenti terk etmeye kalkışarak meydanı yağmacılara bırakıyordu.
Yağmacılar o derece zıvanadan çıkmıştı ki, depremzedelere gönderilen seyyar tuvaletler bile çalınmıştı. İsrailliler, günlerce bölgeye gönderdikleri seyyar tuvaletleri aramıştı.
Tıpkı enkazla mücadelede olduğu gibi yağma ve hırsızlık olayları karşısında da çaresiz kalan dönemin iktidarı, şikâyetlerin artması üzerine Adapazarı ile Düzce’deki polis ve askerlere, yağmacılara karşı silah kullanma yetkisi tanıyarak, “vur emri” vermişti.
O dönem Bayındırlık ve İskan Bakanlığı koltuğunda oturan Koray Aydın ise, bir yandan “olağanüstü hal” ilanına karşı çıkarak, bölgenin "afet bölgesi" ilan edilmesini sağlarken..
Diğer yandan, “Böyle durumlar karşısında insanın aciz kalacağının bilinmesi gerekir” diyerek, acziyet beyanında bulunuyordu.
İYİ Partili Koray Aydın dün katıldığı Habertürk Canlı yayınında 1999 yılında yaşanan depremde yağma olaylarının yaşanmadığını iddia etmişti.
Depremzedelere teslim edemediği “kalıcı konutlar” için utanmak yerine, “Vatandaşlarımız net görüntü ile rahat televizyon izleyebilsinler diye antenler çektik” diye övünen Koray Aydın’ın, tüm bunlar yetmiyormuş gibi…
Devlet Bahçeli’nin "İhaleye giren MHP'liyi yakarım" sözlerine rağmen, babası adına kurduğu şirketler üzerinden konut ihalesi alan firmalara inşaat malzemesi satarak, cebini doldurduğu öne sürülüyordu.
Yağma ve talanın had safhada olduğu işte böyle bir ortamda bakanlık yapan ve “yolsuzluk” iddiaları yüzünden “Yüce Divan”da yargılanan Koray Aydın…
Dün akşam katıldığı canlı yayında, 11 ilde yıkıma sebep olan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bölgede yaşanan sınırlı sayıdaki yağma olayı üzerinden siyaset yapmaya kalkıştı ve 1999 depremini kast ederek, "O dönemde yağma olmadı, haberi bile yapılmadı” dedi.
Yetmedi..
“Bir tane bile haber yoktur. Benden sonra araştırın" çağrısında bulundu.
Ben çağrıya uyup araştırdım ve yüzlerce haber buldum.
Bakalım verdikleri “vur emri”ni bile unutan Koray Aydın, şimdi nasıl kıvıracak?